Zaman bir nehir gibi akar, her şeyi yavaşça alıp götürürken geriye sadece hatıralar kalır. O hatıralardan bazıları, terkedilmiş kasabalarda saklıdır. Taşlarla, duvarlarla, çürümüş ağaçlarla sarılı, sessizce geçmişin hikayelerini fısıldayan yerler... Her bir terkedilmiş kasaba, kaybolmuş bir dünyanın, kaybolmuş insanların izlerini taşıyor. Ve her bir duvar, her bir pencere, unutulmuş bir anıyı gün yüzüne çıkarıyor.
Bir zamanlar bu kasabalarda hayat vardı. Renkli bayraklar, gülüşler, çarşıda yankılanan sesler... Ama sonra ne oldu? Altınlar bitti, kömür tükenmeye başladı, veya felaketler vurdu bu yerlere. Terkedilen her kasaba, bir zamanlar tüm dünyayı saran hayalleri ve umutları hatırlatıyor. Ve biz, bu terkedilmiş yerlerde, geçmişin hayaletlerini arıyoruz.
Bodie, California’da bir zamanlar altına tapar gibi bakan insanlar vardı. 1940’larda altınlar tükenince, kasaba terk edildi. Bugün ise yalnızca soğuk duvarlar ve eski çelik madencilik makineleri, o eski günlerin sessiz tanıkları olarak duruyor. Gerçekten hayalet var mı? Belki de her terkedilmiş duvarın bir ruhu vardır, kim bilir? Bir zamanlar orada yaşanmış hayatları kimse göremez ama hissedebiliriz, ta derinlerde, bir köşe başında…
Hayaletler mi? Evet, belki de... Kimileri terkedilmiş kasabaların soğuk, terkedilmiş sokaklarında, geçmişin anılarını uğuldayan bir fısıltı gibi duyarlar. Kırık pencereler, terkedilmiş okullar, yağmurda ıslanmış taşlar... Bir an gelir, zamanın durduğunu hissedersiniz. Ama gerçek şu ki, terkedilmiş kasabalar sadece geçmişin kokusuyla değil, doğanın yaratıcı güçleriyle de şekillenir. Bir yerde rüzgarın sesi, diğerinde ise yalnızca doğanın gücüyle yozlaşan taşların gıcırtısı vardır. Gerçekten hayalet var mı? Belki de hayalet, zamanın ta kendisidir.
Pripyat’ı düşünün. Ukrayna'nın terkedilmiş bu kasabası, 1986’daki Çernobil felaketinin ardından kayboldu. Şehir boşaldı, ancak her bir köşe hala o korkuyu, kaybolmuş hayatları anlatıyor. Her adımda, her sokakta bir zamanlar yaşamış insanların yankılarını duyabilirsiniz. Ancak gerçek bir hayalet yok; sadece zamanın kendisi var, çürüyen duvarlarda, yosun tutmuş park alanlarında…
Bir terkedilmiş kasabaya girdiğinizde, derin bir hüzün sarar sizi. Melankolinin kokusu havada asılıdır. O eski taşlardan fısıldanan geçmişin ağıtı, bir yanınızı sarar. Neşeliyken, sıcakken, hayat bir yerlerde çiçek açarken; terkedilmiş kasabalarda zaman durur, her şey donup kalır. Her bir taşın, her bir dökülen yaprağın, bir zamanlar burada yaşamış insanların hayallerinin, kaybolmuş sevinçlerinin bir izini taşıdığına inanırsınız.
Fransa’da bir kasaba var, Oradour-sur-Glane... 1944'te Nazi askerleri tarafından yakılıp harabe haline getirilen bu yer, bugün bir açık hava müzesi gibi. Zaman durmuş, ama hiç gitmemiş gibi. Her bir köşe başı, her bir pencere, savaşın unutulmaz izlerini taşıyor. Terkedilmiş kasabaların ne kadar çekici olduğunu anlamak için, her anı, her izini hissederek keşfetmek gerekir.